Kategoriler
Blog

Liselere Giriş Sınavı’na günler kala bilmeniz gerekenler

Yeni ve farklı soru tarzları içeren Liselere Giriş Sınavı (LGS)’na hazırlanan öğrenciler sınav kaygısı yaşıyor. Kaygıyla birlikte öğrenciler kalan 8 günlük sürede sınav başarısının artırmanın yollarını arıyor. Uzmanlar, öğrencilerin baştan sona tekrar yerine eksik oldukları konularda tekrar yapmalarını öneriyor.

Bu yıl ilk kez yapılacak Liselere Giriş Sınavı (LGS), 2 Haziran Cumartesi günü gerçekleştirilecek. LGS’ye 8 gün kala öğrenci ve velilerin de heyecanı oldukça fazla. Bu yıl yeni ve farklı uygulamaları da içeren Liselere Giriş Sınavına hazırlanan öğrenciler bir yandan sınav kaygısını yenmeye çalışırken diğer yandan da eksiklerimi nasıl tamamlarımın cevabını arıyor. Koray Varol Akademi Yayınlarının Kurucusu Koray Varol, LGS’ye hazırlanan öğrencilere 8 gün kala neler yapılması gerektiğine dair şu önerilerde bulundu:

Kalan günlerinizi planlayın

Sınavdan önceki son gün ya da gece tüm dersleri tekrar etmek için yeterli zamanınız olmayacak. Hangi dersleri hangi gün tekrar edeceğinizi gün gün planlarsanız panik yaşamazsınız.

Konu başlıklarını küçük not kağıtlarına yazın

Sınav için gerekli olmayan notlardan ve kitaplardan kurtulun. Bunlar dikkatinizi dağıtır ve zamanınızı çalar. Aklınıza gelen ana başlıkları her bir ders için ayrı ayrı kağıtlara not alın. Böylece zamanı daha verimli kullanırsınız.

Yazım kuralları ve formülleri not edin

Öğrenilmesi gereken formülleri, yazım kuralları gibi unutulabilecek bilgileri tekrar edin. Bunları her ders için uygulayın. Türkçe dersi için ayrı ve bitişik yazılan kelimeler gibi… Fen ve matematik için ise formülleri küçük kartlara yazıp her gün çalışın.

Okuldaki gibi molalar verin

Çalışma sürenizi 40 dakikalık dilimlere bölün ve her bir kırk dakikayı belirli bir ders-konu için planlayın. Kırk dakikanın sonunda 5-10 dakikalık molalar verin. Molalarda yiyebileceğiniz meyve, fındık, ceviz gibi atıştırmalıklar ders çalışırken harcadığınız enerjiyi kazanmanıza yardımcı olur. Ayrıca molalarda kalkıp yürüyün, esneyin.

Testleriniz için farklı kaynaklar kullanın

Deneme testlerine ağırlık verin ve çıkmış sınav sorularını çözün. Bu testlerle hangi konularda eksiğiniz olduğunu tespit edin ve o konuya tekrar bakın. Özellikle çözmüş olduğunuz denemelerdeki yanlışlarınıza tekrar bakın. Fark ettiğiniz eksiklikleri giderin ve yaptığınız dikkat hatalarının ne olduğunu bulun.

Uyku düzeninizi bozmayın

Normal uyku düzeninizi bozmayın ve gece geç saatlere kadar çalışmayın. Ayrıca alışık olduğunuz yemek düzenini de koruyun. Ağır, yağlı ve artılı yemeklerden uzak durun.

Son hafta odanıza kapanmayın

Sınav için kalan 8 günde eve veya odaya kapanmayın. Kısa yürüyüşlere çıkın veya egzersiz yapın, bisiklet sürün, top oynayın. Bol oksijen alın ve enerjinizi depolayın. (Vasfiye Özcanbaz)

Kategoriler
Blog

Mevsimlerden kış lastiği mevsimi!

Bir çok sürücünün yaz şartlarında bile güvenli sayılmayan lastik kullandığını gözlemekten yola çıkarak, yasal zorunluluk olmasa belki de uyulmayacak bir kurallardan biridir kış lastiği kullanma.

Ancak ne kadar iyi bir sürücü olduğunuzu düşünürseniz düşünün, on binlerce lira verip satın aldığınız araçların güvenliğini ve en önemlisi can güvenliğinizi bu basit önlemle koruyabilirsiniz.

TİCARİLERDE ZORUNLU

Evet, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, 1 Nisan 2017 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan “Kış Lastiği Kullanma Zorunluluğu ile İlgili Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ’’e ilişkin, 25 Eylül 2017 tarihinde bir açıklama yaparak; ‘’1 Aralık ile 1 Nisan tarihleri arasında yolcu ve eşya taşımalarında kullanılan araçların kış lastiği kullanma zorunluluğu olduğunu’’ hatırlattı.

YILBAŞINA KADAR 625 LİRA

Bakanlık açıklamasında ayrıca ‘’hususi araçlar için kış lastiği zorunluluğu olmasa da can, mal güvenliği ve güvenli seyahat için kış şartlarında tüm araçlar için kış lastiği önerilmektedir’’ ifadesi de yer aldı. 1 Aralık tarihi itibarıyla başlayan zorunlu kış lastiği uygulaması 1 Nisan tarihine kadar sürecek. İl sınırlarında + 7 derece altındaki sıcaklıklar göz önüne alınarak gerekli duyurular valiliklerce yapılacak. Kış lastiği zorunluluğuna uymayan araçlara denetimlerde 2017 yılı sonuna kadar 625 Türk Lirası idari para cezası uygulanacak.

NEDEN KIŞ LASİĞİ?

Peki neden kış lastiği kullanmanız gerektiğini düşündünüz mü? 

+7 derecenin altındaki hava sıcaklıklarında sertleşmesinden ötürü yaz lastiklerinin fren mesafesi, yol tutuşu performansı düşer. Yaz lastiklerine göre daha fazla diş derinliğine ve özel desenlere sahip olan kış lastikleri, karışımında yer alan Silika sayesinde de soğuk havalarda sertleşmeyerek tutunma özelliklerini korur.

Dondurucu havalarda yumuşak kalabilmesi kış lastiklerinin en büyük avantajların biri. Yukarıda özel desenlerden bahsetmişken bunlar ne işe yarar bundan kısaca bahsedelim. Desen doluluk oranı daha az olması sebebiyle yüzeydeki su, kar, buz ve çamur gibi maddelerin oluklardan dışarı atılmasını sağlar, yine özel sırt deseni sayesinde karlı ve çamurlu yüzeylerde ilave çekiş sağlar.

ZİNCİRİ SAKIN UNUTMAYIN!

Her ne kadar kış lastiği kullansanız da bu araçlarda da zincir bulundurulması zorunlu. Kış lastiğinin yetersiz kaldığı karlı veya buzlu yollarda özellikle yokuş aşağı inişlerde zincir kullanılabilirsiniz. Ancak zincir kullanmak zorunda kaldığınız koşulları aştığınızda en kısa sürede zincirinizi çıkarmalısınız.

Daha önceki yazılarımda aracınızı kışa nasıl hazırlayacağınızı yazmıştım bu sebeple bunlara değinmiyorum. Ancak takoz, çekme halatı, eldiven, camlarınız için buğu çözücü, kar temizleyiciyi aracınızda bulundurmayı ihmal etmeyin. Hatta şehir dışında veya evinize zar zor döndüğünüzde sokak aralarında küçük bir kürek bile hayatınızı kurtarabilir. (Aydın Özcanbaz)

 

 

Kategoriler
Blog

Dünya ‘helal gıda’yı keşfediyor

“Helal gıda” sektörü her geçen yıl büyürken büşük şirketler diğer alanlarda da ‘helal üretim’ kriterine geçiyor.

İngiltere’nin Principle Healtcare ve Kanada’nın Duchesnay’i gibi ilaç şirketleri, artık jelatin ya da diğer hayvansal türevler içermeyen helal vitaminler satıyorlar. Malezyalı Granulab şirketi, hayvan kemiği kullanmıyor, bunun yerine sentetik kemik grefi üretirken, Malezyalı ve Kübalı bilimadamları helal menenjit aşısı için birlikte çalışıyorlar.

Dünya genelinde 600 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşan ‘helal gıda’ pazarına ilgi giderek büyüyor. Artık firmalar parfümden otellere kadar her şeyde “Helal” kavramı uyguluyorlar. Time Dergisi, son sayısında deri, kozmetik ve ilaç ürünleri ile birlikte 1 trilyon dolarlık devasa pazarı inceledi.

Müslümanlar domuz eti ve alkolden uzak duruyor, etlerini İslami kurallara göre kesim yapan kasaptan alıyor. Fakat helal gıda pazarı son 10 yılda patladı ve Kuala Lumpur’da yayınlanan “Halal Journal” gazetesine göre, günümüzde helal gıda yılda tahminen 632 milyar dolarlık pazar payına sahip. Bu rakam dünya gıda endüstrisinin yaklaşık yüzde 16’sına denk geliyor. Hızla gelişen İslam dostu finans sektöründeki atılım diğer sayısız ürüne ve hizmete (kozmetik, emlak, oteller, moda, sigorta) de yansıdı. İslami kural ve Kuran öğretilerine uygun düzenlenen sektörün değeri yıllık 1 trilyon doların üzerinde.

Helal ekonominin yükselmesinin nedenlerinden biri, dünyadaki 1, 6 milyar Müslüman daha genç ve bazı yerdeki Müslümanlar’ın gelir seviyelerinin yüksek olmasıdır. Tesco, McDonald’s ve Nestle gibi Müslüman olmayan çok uluslu şirketler, Müslümanlara yönelik hizmet ve ürünlerini genişlettiler ve şimdi küresel helal pazarının tahminen yüzde 90’ını bu şirketler kontrol ediyor.

Aynı zamanda, Asya ve Orta Doğu’daki hükümetler bölgesel helal merkezi olmak için milyonlarca yatırım yapıyorlar. Bu nedenle ısmarlama üretim merkezleri ve helal lojistik sağlıyorlar. Suudi Arabistan’ın tavuklarının çoğunluğu Brezilya’da yetiştiriliyor. Bu da şu demek; Brezilyalı tedarikçiler, helal kesim hizmetini tüm ayrıntılarıyla hazırlıyorlar. Dünyanın en büyük helal koyun ihracatçısı olan Yeni Zelanda’daki mezbahalar, İran ve Malezya’dan heyetlere ev sahipliği yapıyor. Rotterdam’ı Avrupa’nın en büyük limanı yapmaya hevesli olan Hollanda, helal ambarlar inşa etti, böylece ithal edilen helal mallar, domuzların veya içkilerin yanında depolanmıyor.

Endüstrinin dayanak noktası gıda olduğundan, sektör ekonomik krizlerde bile sürekli gelişme kaydediyor. Halal Journal gazetesinin yönetiminden Nordin Abdullah, “Ne düşüşü? Gucci marka el çantasına ihtiyacınız olmaz, ancak karnınızı doyurmak için yemeğe ihtiyacınız var” dedi.

Sadece hamburger değil, İngiltere’nin Principle Healtcare ve Kanada’nın Duchesnay’i gibi ilaç şirketleri, artık jelatin ya da diğer hayvansal türevler içermeyen helal vitaminler satıyorlar. Malezyalı Granulab şirketi, hayvan kemiği kullanmıyor, bunun yerine sentetik kemik grefi üretirken, Malezyalı ve Kübalı bilimadamları helal menenjit aşısı için birlikte çalışıyorlar.

Körfezde, Burooj emlak şirketi niş oyuyor, kadınlara özel spa ve yüzme havuzu aktiviteleri düzenliyor. Müslüman kadınlar cilt bakım ürünlerinin alkol içermesinden ve dudak koruyucularda hayvan yağı kullanılmasından endişe ettikleri için, birkaç kozmetik firması helal makyaj malzemesi çizgisi oluşturuyor.

Gelişen İslami finans endüstrisi yeni gayri Müsliman müşteriler kazanmak için küresel ekonomik krizleri kullanıyor. Yatırımcılar, İslami bankacılığın daha ılımlı yaklaşımından etkileniyorlar.

Helal pazar sadece et ile sınırlı değil. Bu hareketin daha fazla yükselen yanları Müsliman arabalarını ve Müslümanların parasıyla yapılan helal mobilyaları, işçiliği ve etik prensipleri öngörüyor. Bisküvi, kurabiye ve çikolata satan Alman şirketi Marhaba, tüketicilerinin sadece dörtte birinin Müslüman olmadığını söylüyor.

Hızla artan sofistike Müslüman tüketicilere nasıl hizmet edileceği önemlidir. Halal Journal gazetesinin yönetiminden Nordin Abdullah, “Şirketler için şimdiki soru: Müslümanların yaşam tarzına yardımcı olmak için hangi ürün ve hizmetleri sağlayacaksınız?’ Çünkü Müslüman pazarı genç, büyük ve büyümeye devam ediyor. Bu pazarın bir kısmı iyi eğitimli ve zengin. Örneğin, Amerikalı Müslümanların satın alma gücünün yıllık 170 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.

Hakikaten en yenilikçi helal ürünler ve hizmetler, Avrupa ve Güneydoğu Asya’nın dışından geliyor. Avrupa’da genç Müslümanlar, fast food gibi esas lezzetlerin İslami versiyonlarını denemek istiyorlar. Uluslar arası Helal Integrity Alliance şirketinin CEO’su Darhim Hashim, “İkinci ve üçüncü nesil Müslümanlar her gün pilav ve mercimekle besleniyorlar. Artık onlar pizza istediklerini söylüyorlar” dedi. Domino’s pizza, yaptığı pizzalar için Malezyalı bir şirketten helal sucuk getirtiyor ve bunu Kuala Lumpur’dan Birmingham’ a kadar şubelerinde satıyor. KFC, sadece İngiltere’de Müslümanların bulunduğu bölgelerde helal standardını uyguluyor ve Subway sandviç zinciri Britanya ve İrlanda kıyılarında helal satış hakkı veriyor.

İsviçreli gıda devi Nestle, sahadaki öncü firmalardan. Helal komitesini 1980’lerde kuran firmanın helal ile helal olmayan ürünlerini ayrı ayrı saklamak için tesisleri bulunuyor. Geçen yılki helal gıdadaki cirosu 3,6 milyar dolar olan firmanın 456 fabrikasından 75’i helal üretime uygun düzenlendi.

Güney Kore’nin LG ve Finli cep telefonu devi Nokia da Müslümanlar için çeşitli uygulamalar geliştirdi. LG kullanıcıların Mekke’nin yönünü bulmaları için bir uygulama sunarken, Nokia da cep telefonunuza ücretsiz Kuran-ı Kerim okumanız için program indirmenize imkan tanıyor, ayrıca Orta Doğu’daki büyük camilerin yerini gösteren haritalar sunuyor.

Kuala Lumpur’daki Fransız hipermarketi Carrefour, helal gıdaları haramlardan mükemmel bir şekilde ayrı tutan sisteme sahip. Haram ve helal ürünler farklı renklerdeki poşetlere konularak depolarda saklanıyor, böylece bir karışıklık olmuyor. Örneğin, bir miktar şarap içeren balzamik sirkenin üzerindeki yeşil etiket ile tüketiciler uyarılıyor.

Bu sadece iş değil

Yeni ürün ve hizmetlerin göz kamaştıran sahası aynı zamanda Müslüman dünyasında yapılmakta olan sismik sosyal değişiklikleri de yansıtıyor. Helal donmuş, pratik hazırlanan öğle ve akşam yemeklerinin popülerliğinin artmasının nedenlerinden biri, Mısır’dan Malezya’ya kadar Müslüman kadınların tam gün çalışmaları.

Britanyalı Müslümanlar için yayınlanan Emel dergisinin editörü Sarah Joseph, “Britanya’da reklamverenler yeşil İngiliz lirasının (çevresel yeşil değil, İslam’ın yeşili) gücünü benimsiyorlar” dedi. Emel dergisi 2003 yılında piyasaya sürüldüğünde, Müslüman yaşam tarzı kavramı anlaşıldığını söyleyen Joseph, “Yemekten, modadan, seyahat ve bahçe işlerinden her şeyin Müslüman perspektifinden sunulmasına şaşırıp kaldılar. Fakat Müslümanlar, Britanya’da orta sınıfın en hızlı gelişen bölümü. Büyük ailelere sahip olan Müslümanlarda çocuk sayısının ortalaması 3,4. Bu nedenle büyük arabalar satın alıyorlar. Ev dekorasyonuna ve yılda iki kez tatile para harcıyorlar. Anne babalarının yaptığı gibi memleketlerine değil, farklı yerlere tatile gidiyorlar” diye konuştu.

Sayılarla….

%16 Küresel yiyecek endüstrisinde helal gıdanın payı

632 milyar dolar Yıllık helal gıda pazarı

1,6 milyar Tüm dünyadaki Müslüman nüfusu. (Çeviren: Vasfiye Özcanbaz)

Kategoriler
Blog Otomobil

Otomotiv devleri uzun şarj süresi sorununa el attı

Elektrikli otomobillerin önündeki en büyük engeller tek şarjla ancak şehir için kullanıma yetecek kadar bir menzil ve uzun saatler alan bir akü şarj süresiydi.

Tesla, 1 saat 15 dakikada tam kapasite dolan bataryalarıyla 400 kilometrelik menzile ulaşarak elektrikli otomobilde adeta bir devrim niteliği taşıyan bir gelişmeye imza atmıştı. Avrupa’nın ve dünyanın otomotiv devleri bu süreyi daha azaltmak için ellerini taşın altına koymaya karar verdi.

Avrupa’da ultra hızlı şarj inşa etmek için güçlerini birleştiren BMW, Daimler, Ford ve Volkswagen Group 350 kilowatt’lık şarj değeri sunan istasyonlar kuracak. Tesla’nın mevcut kullandığı 145 KW’lık Supercharger teknolojisi 20 dakika içinde bataryaların yüzde 50’sini doldurabilirken bataryaların tamamının dolması ise 75 dakikayı buluyor. Yapılan duyuruda toplam şarj süresiyle ilgili bir detay vermezken yeni geliştirilen sistem ile bu sürenin Tesla’ya göre iki katından daha fazla bir süre kısalabilecek.

RAKİPLERİ DE YARARLANACAK

Ortak girişim Avrupa kıtasında ilk başta 400 şarj istasyonuyla başlayacak, stratejik olarak büyük otoyollarda ve karayollarında uzun mesafelerde yerleştirilecek. Şirketler 2020 yılına kadar binlerce bölgeye elektrikli şarj istasyonu açmayı umuyor.

Yeni istasyonlar, sistemi geliştiren markaların haricinde tüm araçlara hizmet verirken, Chevrolet Bolt ve Tesla Model 3 gibi rakipleri de daha hızlı şarj imkanından yararlanabilecek.

İÇTEN YANMALI MOTORLAR NE OLACAK?

Son zamanlarda bazı Avrupa ülkelerinden gelen içten yanmalı motorların satışının yasaklanacağı açıklamalarının otomotiv devlerini bu kararı almadaki etkenlerden biri olabilir. Ama ortada bir gerçek var ki yakın bir gelecekte bir çok ülkede içten yanmalı otomobiller tarihe karışacak.(Aydın Özcanbaz)

Kategoriler
Blog

Kamyon yazıları internete taşındı!

İlk olarak kamyon kasalarının arkalarına yazılan sloganlarla tanıştık bu tür yazılarla.

İnsanlar kendilerini veya o andaki ruh hallerini bu şekilde yazıya dökerlerdi kullandıkları kamyonların kasalarına: “Aşıksan vur saza, şoförsen bas gaza”, “Ceketi atarım asfalta yatarım’, “Şoförsün dediler, kızı vermediler” gibi. Hatta yıllardır direksiyon sallamaktan yorgun düşen bir şoförün içinde ukte kalan, okuyamayıp direksiyon başında ömür tüketmenin acısını “Baba parası değil, 4 yıl lisans, 2 yıl master ve doktora teri Baba yorgun, dalaşma” şeklinde dile getirmesi gibi.

Yıllar geçti teknoloji değişti, kamyonlar gelişti. Kamyon kasalarında yazan yazılar değişen zaman ve gelişen teknoloji uyumlu olarak sürerken bu tür notlara önce duvar yazıları eklendi. Gazetelerde, dergilerde, internette, kafelerde duvar yazıları köşeleri açıldı.

Günümüzde diğer sürücülerin dikkatlerini dağıtıyor denerek kamyon yazıları yasaklandı, modası geçtiği için bu duvar yazıları köşeleri kapandı, ancak artan bilgisayar ve internet kullanımı ile yeni bir efsane ortaya çıktı. Daha uzun yıllar boyunca hayatımızda bulunacak olan “sosyal ortam” yazıları.

Ofiste çalışırken evde vakit geçirirken diğer arkadaşlarınızla görüşmenize sağlayan Msn, Facebook ve Twitter’da kamyon yazılarına taş çıkartırcasına yazılar bulunuyor. İnsanlar, sevdalarını, hüzünlerini, sevinçlerini, kimi zaman edebi, kimi zaman kinayeli, kimi zaman da düşündüren bir şekilde kamyon yazılarında olduğu gibi bu kez dijital ortama not olarak düşmeye başladı.

İşte güldüren ve düşündüren birbirinden ilginç dijital atasözleri:

No nick.. no name.. no game..

İnterneti kes, hayata bağlan…

Bak ibret al yere düşen yaprağa, o da eskiden yukarıdan bakardı toprağa

Ahh Osmanlı ahh nerdesin..

Gözümde ne cennet sevdası, ne de cehennem korkusu

Siyahın kaderi suçlanmak, beyazın kaderi kirlenmek

Şimdi yürüdüğüm yollarda yoksun hayalin belki benimle ama varlığın hiç olmadığı kadar uzakta, hoşça kal sonsuzluğa

Adres yaz 054x xxx xx xx’e gönder gelip ağzını burnunu kırayım…

Ya benimsin yada karatoprağın

Çölde bahçıvan olmak

Küstümm işteeee yhaaaa..!!!

Pufff yhaaa çook skılıorumm birilerine de küstümmmm …(((

Yanarım ateş olurum, kendime yokuş olurum… gecelerde seni ararım, gündüze seni sorarım…

Ne kadar değişirsen değiş, Nerede mutlu olduysan hep oraya çevirirsin kafanı…

Ben Kendimle Mutluyum!

Bugün benim doğum günüm:)

Nescafe bile 3ü1 arada, ben yalnızım…

Errorla mücadele…

Benim gibisini google’da arasan bulamazsın…

Baba beni okula gönder devamsızlıktan kalıcam yoksa…

Rekor insanın kendine yakışanı kırmasıdır…

Güzel asmadan çıkar güzel yaprak, marifet o yapraktan güzel dolma yapmak…

Her sokakta kavgamız, her duvarda yazımız, her karakolda namımız ve her genç kızın çantasında bir fotoğrafımız vardır…

Az kaşardan tost, çok kaşardan dost olmaz…

Hayat üç buçukla dört arasındadır. Ya üç buçuk atarsın yada dört dörtlük yaşarsın…

Bugün 23 nisan, oha falan oluyor insan

Bençokayrılıklaryaşadımoyüzdenherşeyibitişikyazdım…

Yangında ilk beni kurtarın…

Ç-evrimdışı

Sev ama mevsimlik olmasın, yaz’ın açıp kış’ın solmasın…

Edison elektriği buldu ama parasını biz ödüyoruz, Pehhh…

En son gülen sen olacaksın… Çünkü geç anlıyorsun…

Yerin kulağı vardır, benimde kulağım var. Ben yer miyim ? Yemem!..

Bilmemek ayıp deil yeter ki çaktırma…

Bu çekicilik, bu asalet, hele o büyülü gözler. Allah bütün güzelligi bir kişide toplamış. neyse benden çok bahsettik. sen nasılsın?..

Kaynanamı kaybettim görenlerin görmezlikten gelmeleri rica olunur…

Windows media player’daki unknown artist…

Nükleer.Başlıklı.KIZ

Canım sıkıldı senden, nick değiştirdim emesenden…

Orada olduğunu biliyorum, kaçamazsınnn…

Düzeyli bir sohbete var msn ?..

Polat alemdar’ı haraca bağlayan nacizane kişilik…

Zenci mahallesindeki solaryumcu. (Aydın Özcanbaz)

Kategoriler
Blog

Selanik şarkıları…

İki şehir vardı Ege kıyılarında, kaderleri birbirine benzerdi bu şehirlerin. Kuvvetli bağ kurdukları halklarından edilmişti ikisi de, ama o bağ kopmamıştı yine de. Biri Ege’nin doğu yakasındaydı, adı İzmir’di. Bugün Türk şehri olsa da geçmiş halklarından olan Rumlarla bağı şarkılarda devam ediyordu hâlâ. Bazı Rumlar için ata toprağıydı İzmir, nasıl kopsun ki bağ. Şimdi Ege’nin diğer yakasındaki o torunlar İzmir’in mübadil şarkılarını söylüyordu tavernalarda.

Şehirlerden diğeri ise Ege’nin kuzey kıyılarındaydı. İskender zamanından beri Selanik denilirdi oraya. Asırlar geçtikçe her yeni doğan dinden insanları kendine çekmiş, milletleri karmıştı bağrında, Selanikli olmuştu hepsi… 19.asrın sonlarına gelmişti vakit. Halkından Museviler rıhtımda oturmuş, gemileri gözler, Rumlarsa heybetli Olimpos’a bakıp ‘ah’ çekerdi. Türkler kulenin dibinde yaslanmış tütün tüttürürdü Ege’ye doğru, Bulgarlarsa şehri kolaçan ederdi. Geceleri mehtapta, bir olup şarkı söylerdi tüm Selanikliler. Şehrin o şen sedası Makedon semalarını aşar, uzaklara gider duyulmaz olurdu, ruhun derinliklerinde hissedilirdi artık.

Zor, acı günler geliyordu ama bu şehre. Mehtaplı gecelerde söylenen o asırlık şarkılar son bulacaktı çok geçmeden, anı olarak kalacaktı bu günler hafızalarda. İsmi Selanik olarak kalacaktı belki ama ruhu kararacaktı şehrin. Kimse bilmiyordu, bilemiyordu nereye böyledemekten başka; bi’çare bekleşir olmuşlardı rıhtımda. Dönemin devletluleri çare bulmuştu nihayetinde. Savaş ve sonrasında göçtü çözüm.

Selanik içinde selam okunur

Selamın sedası bre dostlar, cana dokunur

Çok geçmeden Selanik’in, asırların o kozmopolit şehrinin o günleri bir not olarak düşecekti tarihin kederli sayfalarına. Artık yoktu öyle bir şehir ruhen, bırakılmamıştı bugüne. Ne yağmalar görmüş, defalarca tarumar edilmişti belki tarihinde. Ama ruhuna bu denli kastedilmemişti. Halkından ediliyordu şehir, asırlarca işlenmiş kimliğinden… Öyle bi an geldi ki; Bulgarlar gerilere, Rodop sırtlarına gitti mecburen; Musevilerse rıhtımdaki gemilere binip yol aldı, vaktiyle gemilerle geldikleri bu şehirden.

Türkler ise tütün yetiştiremeyecekti artık, tarlaları onlarsız kalıyordu. Evinden, yurdundan oluyordu binlerce aile. Selanik, bir hatıra olarak kalacaktı Türklerde, asır geçse de unutmayacaklardı memleketlerini. Unutulmazdı zaten, Yunanların İzmir’i unutamadıkları gibi unutulmazdı burası da Türkler için. Ondandır, kaderleri de kederleri de benzer bu iki şehre, iki yakada onlarca türkünün yakılması.

Aman ölüm zalim ölüm, üç gün ara ver

Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver

Yaradır Türklerin kalbinde Selanik, hâlâ kulaklardadır Osmanlı kulesinin dibinde söylenen o şarkılar. En bilinenlerinden biri yukarıda iki parça halinde yazdığım türküdür herhalde; ‘çalın davulları’ diye bildiğimiz Selanik Türküsü. Tolga Çandar’dan Zara’ya kadar defalarca söylenmiş, ne söyleyen ne dinleyen usanmamış bu türküden. Usanılmaz zaten, hatıralardan, kopup geldiğin topraklardan usanılmaz.

Bir fırtına tuttu bizi

Bu yakadan, Anadolu’dan göğe yükselen başka bir Selanik türküsü daha var, hatırlardan düşmez o da. Ata toprağını mazide bırakmayı anlatır gibidir, sözleriyle hadisenin habercisidir sanki bu türkü.

Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı

 

Deryaya karılıp denizin öte yakasına düşmüştü şehrin Türk ahalisi, Anadolu topraklarına. Bundandır, sorsan çoğu Selanik göçmeni şimdi bu coğrafyanın. Bandırma’dan Samsun’a kadar ‘Selanikliyim’ der nerdeyse tüm Anadolu halkı. Öyle tutkudur ki bu şehir, oradan göçmeyen, tanımayan da vatanıymış gibi sever burayı, düşler her daim… Bir asır geçse de ne şehir, ne de şehre yakılan türküler unutulmamıştır işte, tıpkı ‘bir fırtına tuttu bizi’ türküsü gibi. Defalarca yorumlanmış, onlarca sanatçının sesiyle kulaklara çalınmıştır.

Selanik yöresinden çıkmış çok sayıda şarkı var bugün Türkçe’de. Bazılarına radyolarda her gün denk gelsek de bazılarının bilinirliği biraz daha azalmış vakitle. Yine de Selanik türkülerinin hâlâ duygulara hitap ettiğini fark etmiş olmalı ki, yakın tarihte Kültür ve Turizm Bakanlığı Selanik Türküleri adında bir albüm hazırlamış, şehrin Türkçe şarkılarını derlemişti. Bu albümde de yer alan ve çoğumuzun yakından bildiği bir Selanik şarkısı daha var, bülbülüm altın kafeste. Melihat Gülses’ten dinlemeye alışık olsam da yıllar boyunca birçok ses sanatçısı tarafından yorumlanmış, albümlerde yerini almıştı bu şarkı da, tıpkı diğerleri gibi.

Ben feleğe neylemişim

Beni her bahar ağlatır

Hâsılı, Selanik Anadolu’nun şarkısıdır dillerde, düşüdür hafızalarda…

(Fatih Sınar – samostepesi.wordpress.com)

Kategoriler
Blog

İzmir’in mübadil şarkıları

‘Kozmopolit Smyrna bir Yunan şehri değildi, fakat Osmanlı’nın İzmir’i de bir Türk şehri değildi’der Herve Georgelin. Georgelin’in Smyrna’nın Sonu kitabında İzmir’in kozmopolit geçmişine dem vurarak kurduğu bu cümle, bize bu şehrin aynı zamanda bir Yunan şehri olduğunu da fısıldıyordu kelimelerin arasından. Diğer milletleri yok saymak değil burada bahsettiğim, Yunan’ın İzmir’e olan samimi bağı.

Şehir, bağrındaki milletlerin her biri için ayrı bir deryadır nihayetinde; ama hüzünleriyle, sevinçleriyle yoğuranlar için artık yuva olmuştur orası. Hele elden avuçtan çıkmış, kaybedilmişse bağrından kopan bir parçaya dönüşmüştür. Bunu belki de en güzel türküler anlatır bize. Belki unutulmak istenen yine de özlemle yâd edilen geçmişi en yalın onlar gösterir.

Mübadeleyle Anadolu’dan kopan Rum için İzmir bir nevi böyledir. Bir yuvadır. Kaybedilmiş ama unutulmamış. Şehir, bazen hatırlanan aşk olmuş, bazense trajedi olmuştur. Ama hep şarkı olmuştur. Muammer Ketencoğlu, İzmir şarkılarından oluşan bir albümle bundan bahsediyordu bize:  İzmir Hatırası albümü, 1922 öncesi İzmir’ine kısa bir yolculuk. Ancak bu yolculukta, o dönemde sokaklarında yankılanmış onlarca dilden yalnız üçünün şarkılarını duyacaksınız.

İzmir şarkılarını söylemeyi ve gözyaşı dökmeyi kim sana öğretti, kalbimin çiçeği?

Türkülerde İzmir dediğimizde bugün, Kalenin bedenleri, İzmir’in kavakları gibi çok sayıda eser düşer bizim dillere hemen. Türkçe dinlediğimiz bu eserlerin ve daha nicesinin Yunanca versiyonu da var elbette. Lâkin Ege’nin iki yakasında da yaşayan bu ortak şarkıların haricinde bir de Türkiye’de pek bilinmeyen ama karşı yakada manası olan şarkılar var, rembetikolar. Rumların geride bıraktıkları memleketlerini yâd ettikleri müzik türü olarak özetleyebiliriz rembetikoyu.

Mesela Yunanistan’ın güçlü seslerinden Haris Aleksiou ile Yorgo Dalaras yıllar önce böyle bir çalışma yaparak, Anadolu’dan Yunan illerine gönderilen Rumların türkülerine kulak vermişlerdi. Artık Türkiye’de bilinmeyen çok sayıda eseri derlemiş, kaybedilen geçmişi seslendirmişlerdi Mikra Asia (Küçük Asya) ismini koydukları albümlerinde. İzmir’e hitaben söylenen şarkılar arasında hafızamda kalıcı olanlardan biri, sözleri ve bestesiyle İzmir Şarkıları isimli parça olmuştu.

İzmir Şarkıları’na ait bu sözleri günümüzde en içten seslendirenlerden biri de Yunan müzisyen Pantelis Thalassinos’tur herhalde.

Manaki Mu, ne gam!

Küçük Asya’ya özgü hikayelerle dolu bu şarkılardan bahsedeceksek eğer, akla gelmesi gereken ilk isimlerden biri elbette Marika Papagika olacaktır. 1920li yıllarda kayda geçirdiği rembetikoların arasında çok sayıda İzmir şarkısını (Smyrneika) da bugünlere ulaştıran güçlü sestir o.

Marika Papagika’nın kaydettiklerinden biri olan ve İzmir’e ait şarkılar arasında belki de yüreğe en dokunanı da Manaki Mu‘dur (Anacığım) kanımca.  Dilini anlamasak da, dinlerken Yavuz Turgul’un Gönül Yarası’nda geçen şu sözün gerçekliğini hatırlatır bize her defasında; bu türküye ağlamak için o dili bilmek mi gerek?

Kardeş Türküler de iyi edip Hemâvâz albümlerine almışlardı şarkıyı. Söyledikleri şu Türkçe kısım ise 1920li zamanın kederli halini derinden yansıtmıştı satırlara;

Alevlerin etrafında fırdolayı dönen zeybekler,
Devran döner, yol suyun öteki yanına düşerse,
Ne gam!
O vakit, sesler iki yakadan kucaklaşır, gölgeler selamlaşır.

Marika Papagika’nın kaydından sonra birçok Yunan şarkıcının repertuarına aldığı bir Smyrneika daha var; Bornovalı. Bornova’dan Yunanistan’a göç etmiş bir sevgiliye hitap ediliyor bu şarkıda; Oyna Bornovalı’m, haydi maziyi analım. Bornovalı, bugün en bilindik İzmir şarkılarından biri olarak söylenmeye devam ediyor.

Rembetikoyu tanımlarken şöyle der İsmail Keskin bir yazıda: Rembetiko, Anadolu’dan Yunanistan’a sürülen ilk mültecidir. To Dervisaki parçası da ismiyle müsemma dönemin bu vaziyetini anlatıyor gibi; mülteci, çaresiz belki de mübadil.  En son Türkiye’de Çiğdem Aslan’ın albümüne alarak seslendirdiği to Dervisaki, ilk olarak 1930lu yıllarda İstanbullu Kostas Karipis tarafından kayıtlara geçirilmiş. 1950li yıllarda Markos Melkon tarafından plağa kaydedilmiş ve şarkının bilinirliği gün geçtikçe artmış.

İzmir’den Hollywood’a bir Mısırlı

Bazı şarkıların ise yolu İzmir’den geçmiştir. Dünyada Mısırlou olarak bilinen şarkı gibi. Mısırlı genç bir kıza hitaben yazılmış aşk şarkısı, İzmir’den Yunanistan’a göç eden Rumlarla birlikte tavernalarda rembetiko olarak söylenmeye başlamış önce. 1927 yılında Atina’da Tetos Demetriades tarafından plağa kaydedilen şarkı, o tarihten sonra farklı dillere çevrilmiş, bazense sözleri değiştirilip yeniden yorumlanmış.  Arapça, İngilizce, İbranice, Fransızca gibi dillerde dinleyicisi olan şarkıyı Türkiye’de de Zeki Müren, sözleri değişmiş bir biçimde Yaralı Gönül olarak hafızalarımıza kaydetmişti. 90lı yıllarda Pulp Fiction filminde kullanıldıktan sonra ise müziğin dünya çapında bilinirliği artmıştı.

Ege’nin iki yakasında da İzmir’e dökülen mısraları, bestelenen şarkıları bir yazıya sığdırmak zor elbette. Rumca şarkıların bir kısmını anmaktı gaye zaten. Dinlemek isteyenler içinse güzel İzmir şarkılarının listesi uzar gider, Smyrneika Minore, Smyrni mana kegete, Tzivaeri gibi…

Burada Kostas Ferris’in Rembetiko filmini anmalı bir de. 1983 yapımı film, başlı başına bu konuya yoğunlaşmış bir eser. İzmir’den ve Küçük Asya’nın diğer şehirlerinden mübadeleyle Yunanistan’a varan Rumların hayatları rembetiko üzerinden beyaz perdeye yansıtılmış. İzmir’e de dem vuran birçok şarkı dile geliyor filmin birçok sahnesinde.

Nihayetinde İzmir, göğünde geçmişin notalarının uçuştuğu bir şehir hâlâ.

(Fatih Sınar – samostepesi.wordpress.com‘dan alınmıştır)

Kategoriler
Blog

Cep telefonunun yüzümüzü aydınlatan ışığı diğer taraftan hayatları karartıyor!

Gelişen teknoloji, günlük hayatımızdaki alışkanlıklarımızın yanı sıra otomobil kullanma alışkanlıklarımızı da bir hayli değiştirdi.

Kaldırımda yürürken, otobüste giderken, evde yemek pişirirken, hatta bir arkadaşla muhabbet etmek için gidilen çay bahçesinde bile yüzümüzü ışığının arkasına saklamaya alıştığımız cep telefonları hayatların birer birer kopmasına sebep oluyor.

90’lı yıllardan itibaren sürücülerin otomobilin direksiyonunun yanı sıra ellerinden düşürmediği ikinci bir teknik aksamı haline gelen cep telefonu ve trafik kazaları arasında çok sıkı bir ilişki olduğu yadsınamaz bir gerçek. Uzmanların belirttiğine göre, sürüş esnasında telefonla konuşma trafik kazası riskini 6 kat artırıyor. Bu oran kısa mesaj okuma ve yazma esnasında ise 20 kattan fazla artış gösteriyor.

Ancak cep telefonlarının artık adeta birer bilgisayara dönüştüğü ve ‘tarife paketleri’ sayesinde kullanım maliyetlerinin düştüğü günümüzde belki de yukarıda telaffuz edilen rakamlar ‘masum’ bile kalabilir.

Artık direksiyon başındayken cep telefonu görüşmelerinin yanı sıra mail ile iş takibi yapıyor, WhatsApp mesajları yazıyor, selfie çekip Instagram’da Twitter’da paylaşıyor, Facebook’ta arkadaşlarımızı takip ediyoruz. Bu kadar da değil, toplu ulaşım araçlarını kullanan sürücüler bile araçlarında taşıdığı canları hiçe sayarak bu cihazları ellerinden düşürmüyor. Peki bunların cezai müeyyidesi yok mu? Var elbet. Tabii yakalanırsan!

İşin bir de otomotiv firmaları boyutu var. Sağ olsunlar onlar da direksiyon başındaki sürücü elinde telefonla yakalanıp ceza yemesin diye ellerinden gelen gayreti gösteriyor. Artık pek çok araçta ‘bluetooth’ bağlantılı multimedya cihazları bulunuyor. Oem olarak bile herkesin kolaylıkla ulaşabileceği bu cihazlar ile sürücüler telefon görüşmelerini yapabiliyor, mesajlarını okuyabiliyor, istedikleri müzikleri menülerden seçebiliyor, navigasyon kullanabiliyor, sosyal medyaya bağlanabiliyor, maillerini okuyabiliyor, televizyon ve film seyredilebiliyor. Bu cihazların tek faydası direksiyon başında telefonunu elimize almamamız. Bunun haricinde sürücünün dikkatini dağıtma görevlerini bu şekilde de layıkıyla yerine getiriyorlar!

Cep telefonları, multimedya cihazları, dikkatsizlik, aşırı hız ve alkol. Geçtiğimiz yıl yaşanan 1 milyon 199 bin trafik kazasında, 3 bin 524 can kaybı ve 285 bin yaralı. Sonuç, babasız veya annesiz kalan evlatlar; evlatlarından olan anne-babalar ve belki de bu kazaların izini bedenlerinde bir ömür boyu taşıyacak yüzbinlerce insan.

Dedik ya, cep telefonu olsun araçlarımızdaki multimedya cihazları olsun, teknolojinin yüzümüze yansıyan ışığı hayatımızı karartıyor.(Aydın Özcanbaz)

Kategoriler
Blog

Casus uydudan selfie çubuğuna

İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında başlayan Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği, silahlanma yarışının yanı sıra birbirlerinin her hareketini izlemek amacıyla dünyanın yörüngesinde de rekabet halindeydi.

1960’ların teknolojisiyle uzaya gönderilen ilk casus uyduların çektikleri düşmana dair çok gizli fotoğraflar ancak ordunun ilgili bölümünün adeta alarma geçtiği, filmlerin bulunduğu kapsüllerin paraşütlerle yeryüzüne indirilmesi sonucunda incelenebiliyordu.

Uzun ve bir hayli fazla maliyetli olan bu süreci aşmak amacıyla çalışmalara başlayan bilim adamları, sorunu ancak 1976’nın sonunda uzaya gönderilen KH-11 uydusuyla çözdü. Uydu, çektiği 0,64 megapiksel çözünürlüğe sahip fotoğrafları artık şifreli bir şekilde radyo linklerini kullanarak dünyaya gönderebilecekti.

Evet, dijital ‘selfie’ süreci uzayda bu şekilde başladı. 70’li yıllardan itibaren binlerce lisans alındı, teknoloji gelişti, yarı iletkenler ucuzladı, yüzlerce kiloluk cihazlar sonunda cebimize kadar girdi.

İLK PORTATİF KAMERA 1981’DE ÜRETİLDİ

Portatif ilk elektronik kamera 1981 yılında Sony tarafından Mavica adıyla geliştirildi. Belli bir yaşın üzerindekilerin geçmiş zamanlarda bolca kullandığı bilgisayar disketlerine benzeyen 2 inç’lik ‘Video Disket’lere kayıt yapan Mavica’nın görüntü kalitesi dönemin geçerli televizyon yayınlarına eşdeğer olarak kabul ediliyordu.

DİJİTAL PAZARINA İLK CANON GİRDİ

Pazara sunulan ilk portatif elektronik kamera ise Canon RC-701 oldu. 1984 Yaz Olimpiyatlarında tanıtımı yapılan RC-701 yaklaşık 2.500 ABD Doları etiket fiyatıyla satılıyordu. Saniyede 10 fps görüntü kaydeden makine çok programlı otomatik pozlama yapabiliyordu. Canon’un görüntü kalitesi film kullanan kameralara göre kötü olduğu değerlendiriliyordu. Ancak Sony Mavica’yla birlikte bu cihaz video görüntülerini dondurarak kaydettiğinden tam olarak dijital fotoğraf makinesi olarak değerlendirilmiyor.

İLK MEGAPİKSEL SENSÖRÜ KODAK GELİŞTİRDİ

1986 yılında 1.4 milyon piksellik sensör geliştiren Kodak, 1991 yılında Nikon F3 gövdesine eklediği hantal depolama ünitesiyle ilk DSLR fotoğraf makinesini geliştirdi. Kodak DCS 100 adı verilen bu cihazın 13 bin dolarlık fiyatı ise bugün için bile oldukça yüksek. Bunu 1992’de daha taşınabilir DCS 200 ve 1994’de 28 bin dolarlık fiyatıyla DSC 400 serisi makineler takip etti.

İLETİŞİMİ HIZLANDIRDI

Gazeteciliğin iyiden iyiye zamana karşı bir yarış haline geldiğinin hissedildiği 90’lı yılların sonlarında, medya dünyasının pahalı oyuncakları olan DSLR kameralar birbiri ardına gelmeye başladı. Canon Eos 1N gövdesine entegre edilmiş Kodak DCS 500 serisi, Canon D2000, Canon D6000 ve Nikon D1 gibi profesyonel fotoğraf makineleriyle fotoğrafçılık adeta bambaşka bir boyuta geçti.

AKILLI TELEFONLAR VE KODAK’IN HAZİN SONU

Teknolojinin ilerlemesi ve yarı iletken maliyetlerinin düşmesiyle birlikte bu cihazların boyutlarını küçültüp artık telefonlarımıza bile girerek cebimizin ayrılmaz bir parçası haline getirdi. Bir zamanların hantal, ağır ve düşük kapasiteli cihazları; 2016 yılına geldiğimizde iletişimi hızlandırmanın yanı sıra, herkesin gazetecilik dürtülerini tetikleyip ‘selfie’ denen bir çılgınlığın yayılmasına da sebep oldu.

Bu süreçte belki de en acı gelişme ‘dijital’ devrimin başat aktörlerinden biri olan ve fotoğrafçılıkla ilgili binlerce patente sahip Kodak firmasının iflasıydı.

İlk olarak 1976’da dünyanın yörüngesinde bulunan casus uydularda görülen dijital kameralar, artık selfie çubuğunun ucuna taktığımız cep telefonu, hatta 360 dereceyi gösterebilen selfie cihazlarıyla artık insan yörüngesinde gelişimini sürdürüyor. (AYDIN ÖZCANBAZ)

Kategoriler
Blog Otomobil

Otomobillerde kontrol düğmeleri tarihe karışıyor

Çok eskiye gitmeyeceğim. Daha 5-6 sene önce üretilen otomobillere bindiğimizde ön panelin üzerindeki düğme kalabalığı bizi bir hayli korkutuyordu.

‘Şu düğme ne işe yarıyor’, ‘sürüş kontrol sistemi hangi düğmeden kapanıyor’ diye düşünüyor, bulamadığımızda ise neredeyse tuğla kalınlığındaki kullanım kılavuzu günlerce elimizden düşmüyordu.

Bu kargaşayı gören otomotiv üreticileri yakın zamanlarda yollara çıkardığı birçok modelde artık joystik veya dokunmatik kontrol üniteleri kullanmaya başladı. Bu sayede bazı otomobil modellerinde saydığım 60’a yakın kontrol düğmesi sayısı yarıya, hatta bir elin parmaklarının sayısını geçmeyen seviyeye düşürüldü.

Pazarda dokunmatik ekran, mimik veya joystik kontrollü modellere ilgi artarken, fuarlarda sergilenen konsept otomobiller ise gelecekte yeni bir trendin işaretlerini veriyor. BMW i Vision Future Interaction, Acura Precision, Opel GT ya da Volkswagen T-Cross Breeze konsept modellerinde sizleri geleneksel tuşlar yerine, düğmelerden arındırılmış kontrol panelleriyle bekliyor. Mühendisler uzunca bir süredir bu görünümü seri üretim modellerine uygulamak üzerinde çalışmalarını sürdürüyor.

IHS Automotive tarafından yapılan bir araştırmada, otomobillerde önümüzdeki 5 yıl için yarı veya tam otonom sürüş, ses tanıma, dokunmatik ekran ve mimik kontrolleri hızlı bir şekilde artacağı belirtiliyor.

Araştırma sonuçlarına göre yıllık satışlarda mimik kontrol sistemlerinde yüzde 35’in üzerinde, dokunmatik ekranlarda yüzde 13, ses tanıma sistemlerinde yüzde 12, elektronik kontrollü direksiyon sistemlerinde yüzde 11, geleneksel kontrol düğmelerine sahip olan otomobil sayısında ise sadece yüzde 2 artış yaşandı.

Analistlere göre, tüketicilerin günlük hayatlarında kullandığı elektronik cihazlar otomobil içindeki kontroller için en önemli belirleyicilerin başında yer alıyor. Sürücüler artık araçlarında akıllı telefonları, oyun konsolları ve tabletlerle aynı kullanıcı kontrollerine sahip kontrol panellerini tercih ediyor.

Geleceğin otomobil trendinin teknoloji tutkunu gençler tarafında memnuniyetle karşılanacağı şüphesiz tartışılmaz. Ancak akıllı telefon yada navigasyon cihazı kullanma özürlü yaşı belli bir seviyenin üzerindeki kitlenin bu durumda sıkıntı yaşaması muhtemel.(AYDIN ÖZCANBAZ)